28 Haziran 2010 Pazartesi

Ayrılık Acısı

Ayrılık Acısı

Neden kabul etmekte bu kadar zorlanıyorsun anlamıyorum, bitti işte. Onun hakkında kurmayı unuttuğun bir cümle daha kalmadı geride. Biliyorum, özlüyorsun onu, sadece tenini değil kokusunu bile özlüyorsun. Her sabah uyandığında yanındaki yastığın çukuru boş işte, bunu normalmiş diye karşılamak çok zor, biliyorum.

Terk eden ve terk edilen meselesi var bir de. Elbette, terk eden sen olunca çok acı çekmiyorsun. Yol açtığın acıyı düşünmeden çekip gidiyorsun. Bir ilişkinin bitiminde, acının gittikçe katmerleşen halini hangi beden yaşıyorsa, bilin ki odur terk edilen.

Bir başka bedeni, bir başta teni, bir başka dudağı, bir başka aklı tercih edip de gitmesi korkutuyor aslında seni. Gidişine yanmak ve bu korkuyu yenebilmek sorunu kalıyor geriye.

“Zamanla geçer” diyenlere aldanmayın, kuyruklu bir yalan bu, geçmez, geçmiyor işte, geçmiyor ayrılık acısı.

Ağzının içi cam kırıklarıyla doluymuş da senin anlatacakların bitmemiş gibi bir hal içinde kalakalıyorsun. Uzunca bir süre hayatın ne bir adım öne gidiyor ne de birkaç adım geriye, özgürsün ama hareket yeteneğini yitirmişsin.

Acının uyuşturan yanıyla alışıyorsun yaşamaya. Bazıları ayrılık acısının ölmek ile bir olduğunu söyler; ama doğru değildir bu; çünkü ayrılık acısı ölmekten daha beterdir.

Geçmiyor aslında, geçmiş gibi yapıyorsun. Unutamıyorsun aslınra, unutmuş gibi yapıyorsun. İlk başlarda kendini kapadığın odalar gittikçe küçülür, o odalar öylesine küçülür ki bir yüreğin atışına bile gizleyebilirsin onu.

Kesinlikle acısı geçmiyor; ancak dayanılabilir hale geliyor ama.

Bir sabah yataktan kalktığında yanındaki yastıktaki çukura acıyla gülümseyip alelacele giyinir ve hızla çıkarsın evden. İşin sığınağın olur. Hayatın tüm hızı ve karmaşasıyla devam ettiğini hissedersin. Yaşamın çok daha güçlü olduğunu fark edip iyi ya da kötünün bir parçası olduğunu anlarsın.

Yaran ile birlikte yola devam edersin.

Nevzat TEKİN


Hamiş: Bu yazı 2008 yapımı ‘L'uomo che ama’ isimli İtalyan sinema filmini seyrettikten hemen sonra kaleme alınmıştır. Bu yazıda bu filmde geçen repliklerden bazıları birebir aynı olabilir.

3 Haziran 2010 Perşembe

Trois Couleurs: Bleu

Üçlemenin ilk ayağı : Trois couleurs: Bleu (1993)

"Artık tek bir şey yapmam gerektiğini öğrendim; `hiçbir şey`..."

Acı bir kayıp, durağan bir zaman, başka yerde başka insanlarla yeniden başlama isteği; ama çokça hüzün, dalgın bakışların tanığı ve sanığı hüzün.

Israrla herkes özgürlüğü simgelediğini yazıyor, bence hüznü simgeliyor bu film ve zaman zaman değiştirmek isteğimiz halde insanlarımızı ve mekanlarımızı ne kadar büyük bir tutkuyla sevdiğimizi de anlatıyor.

Bir sevgiyi veya sevgiliyi kaybettikten sonra içine kabul etmeyen eski ortak mekanları terk etme isteği ve zorunluluğu, yine de her yenide eskinin ışıltısını arama telaşı... Her kayıp başta yalnızlığa ve annenin şefkatli aguşuna iter insanı; ama artık ne yalnızlığı uzun süre çekebilecek çoğul duygulara tanık bir beden ne de çocuklarına da olsa kalan kısacık ömrünü vakfedebilecek bir anne kalmıştır geriye. İnsanın her kendinden kaçışı aslında kendi anlam çekirdeğine yeniden dönüşüdür.

Hoş bir film aslında, sessiz ve sakin...

Kim ne derse desin; insan yaşamının içe doğru kapanan bir helezon olduğunu düşünmemize rağmen o dışa doğru açılan bir helezondur. İnsansız ve sevgisiz yapamayışımızın nedeni de budur aslında.

Hala seyretmediyseniz, buluverin bir yerlerden ve seyredin, bir şey kaybetmezsiniz.

Oldu mu?

Nevzat TEKİN