16 Ocak 2010 Cumartesi

16.Ocak.2010 - Cumartesi

Kırmızı Yalnızlık
Birinin çöpünün bir başkasına yemek olabildiği, birinin hüznünün bir başkasında sevgi doğurabildiği bir dünyada; birinin yalnızlığı bir başkasında sakil sevinçler yaratabiliyor... Coşku gıdasını başkalarının yapamadıklarından alıyor, besleniyor, gürbüzleşiyor ve olur olmaz zamanlarda alaycı maskesini takıp yüzüne şımarıyor da şımarıyor. Evet evet bütün bunları coşku yapıyor.

Yitip giden zamana şahit yazılıyor yalnızlıklar... Zamanın kararlı ayak seslerine bir tek yalnızken kulak kabartıyor insan!
İri yalnızlık, yoğun yalnızlık, doğurgan yalnızlık , yoksul yalnızlık, belki de kırmızı yalnızlık! Yalnızlık hükmünün başına hangi eklemeyi yaparsanız yapın yalnızlık kendi ağırlığından asla kaybetmiyor!

Tercih edilen yalnızlık ile artık seni bırakmayan, ruhuna yapışan yalnızlık aslında birbirinden çok da farklı değil!

Edilgenliğin içinde çırpınıp duran, ürettiği düşünce güllerini birilerinin yakasına takmayı beceremeyen bir hâli var yalnızlığın!

Bütün ıssızlığına rağmen dişidir yalnızlık; ucube ve nevrotik duygular doğurmayla lanetlenmiş bir dişiliktir onunki. Doğadaki tüm dişilerin aksine çirkin bir dişiliği var yalnızlığın.

Nevzat TEKİN

8 Ocak 2010 Cuma

Kontrolsüz Duygu Kullanımı

Sizin kontrolünüz olmadan basınç altından kurtulan bütün duygular, hem bir merminin vücuttan çıkışı gibi çıktığı yere hem de yerle yeksan eden bir deprem gibi çevresine zarar verir.

Bu duygu, nefret olabildiği gibi sevgi de olabilir; yanisi de şu : duygunun ne olduğu önemli değildir, önemli olan bu duyguyu hangi şiddette karşıya naklettiğindir.

Zarar vermek isteğinizin olup olmaması çok da şart değildir.

Eğer zarar vermek istiyorsanız karşınızdakine, o zaman yeni bir soru gelir karşınıza. Zarar vermek istediğiniz karşınızdakinin nesidir, neresidir?

Bu soruya, zarar gördüğünüz ya da gördüğünü zannettiğiniz kimliğinizin, mal varlığınızın, kültürel varlığınızın, değerlerinizin, bedensel varlığınızın, duygusal varlığınızın eksilme oranı yanıt verir.

Ne diyordu bir Çin atasözü : "Seni sokmaya çalışan akrebe karşı mantığın yürümez, acımasızca ezmek zorundasın onu!" Ne güzel demiş çekik gözlü ata. Peki kendimiz dışında herkesi akrep olarak görme paranoyasına ne demeli?

Öte yandan, kontrol gibi, denge gibi, hoşgörü gibi duyguların yaşamın heyecanını, dolayısıyla adrenalin sarfiyatını azalttığını düşünüyorum.

İşte böyle...

Sırf bu yüzden nefrete dair nefret dolu bir şeyler yazmam gerek.

Dudaksız Bir Öpüştür Hayata Dokunuşları!

---------------------------------------Nefretini Terbiye Edemeyenlere

Sakalları uzamış çay artığıdır onlar. Mide burarlar.

Her daim görünmez bir sifon kolu vardır sözcüklerinin sağrısında, hemen çekmezseniz sinekler üşüşür hissettiklerinize...

Dişlerinin arasından tıslayarak çıkarttıkları laf ebelikleri bir çok insanın bamya yemeğini sevmeme nedenine benzer. Kolay sobelersiniz; saklayamazlar gözlerindeki paratoneri.

Kendileri dışında bütün insanları pisuarlar içindeki naftalin tanesi zannederler.

Bulunmaz hint kumaşı diye nitelendirdikleri beyinlerine sarılan üç buçuk metre kefenlik patiskadır aslında.

Akrebin kuyruk kısmı olmaktan övünürler yaşattıklarıyla çevrelerine ateşten bir çember çizdiklerinin farkına varmadan. Seviştikten sonra eşini öldüren karadul örümceği doğasının manzaralarıyla donatırlar evlerinin aynadan geçilmeyen odalarını.

Kuskusu tek heceli oku eksik harfli zannederler.

Akıllarının renk skalalarında siyah ve beyaz olmak üzere toplam iki renk vardır ve sırf bu yüzden gıcıktırlar ebemkuşağına. Ebemkuşağının altından geçmenin planlarını yaparlar da erkeksi ve/veya kadınsı görünmeyi başarabilmek için ellerinden geleni arkalarına da koymazlar.

Apartmanların sigorta kutularını çalıp hatıra niyetine saklayan, gök maviye saldıkları illâ ki kırmızı uçurtmalarının kuyruklarına jilet takan çocuklardır onlar. Siz karanlıkta kaldıkça, uçurtmanız dipsiz bir uçuruma düşer gibi salındıkça, şairin dediği gibi "Gülüşleri bir yara izi gibi durur" suratlarında.

Kalemlerinden damlayan balçıkta yılışık bir ot bile bitmez. Yılan zehri mayalarlar uçkurlarının koyaklarında.

Dudaksız bir öpüştür hayata dokunuşları.

Nevzat TEKİN

7 Ocak 2010 Perşembe

Bal Mahmut ve Aydın Boysan

Kırkambar Güncesi 9 / 07.Ocak.2010 - Perşembe

Kocayürek babacığım baba-oğul anısı yaratmak peşinde miydi yoksa gerçekten gözleri bozuk olduğu için mi okuyamıyordu? Bunun ayırdına şu an varamıyorum; ancak daha ilkokula giderken özellikle tatil sabahları gazetesini yüksek sesle bana okuturdu. Pehlivan tefrikaları mı dersin, köşe yazarları mı dersin, Bal Mahmut köşeleri mi dersin, ölüm ilanları hariç her şeyi okutuyordu babam bana. Okuduktan sonra da beraber yorum yapıyorduk. Keyifli zamanlardı, çok keyifli zamanlardı.

Mesai günlerinde ise akşamüstleri babam kunduracı Hüseyin'in avuç içinden biraz irice dükkanında bazen benim de katıldığım bu okumalara devam ederdi. Onlar üç-dört arkadaş yanlarındaki henüz ergen bile olmayan çocuğu da aralarına alarak ve bunu hiç bir şekilde abartmadan yaparak güzel anılar bıraktılar bana. Okuma ve paylaşma keyfiydi galiba bunun adı.

Bu yüzden küçük yaştan bu yana Burhan Felek'i, İslam Çupi'yi, Rauf Tamer'i, Kurtdereli Mehmet pehlivanı, Bal Mahmut'u ve bir dolu yazın kültürünün figürünü tefrikalardan veya yazılarından tanırım ya da tanıdığımı zannederim.

Tarihimin bu silinmez köşelerinden bugünüme aktarılan pek çok isim vardır, pek çok isim de babam gibi toprağın altına saklanmıştır sevdikleri tarafından, kaybettiklerimizin yerine birilerini koyuyor aklım, gönlüm. Burhan Felek'in yerine Uğur Mumcu'yu koymuştum, Uğur Mumcu'nun yerine ona "Uğurlar Olsun" dediğimiz, dedirtilen günden bu tarafa daha kimseyi bulamadım.

O yıllarda Galatasaraylı olmama rağmen koyu Fenerbahçeli İslam Çupi'yi yazılarından ve kullandığı neredeyse kendine özgü yazı dilinden ötürü çok sevmiştim.

O günlerden sıyrılıp gelemeyen ve 1987 yılında kaybettiğimiz Bal Mahmut'un yerine ise gönlüm Aydın Boysan'ı hiç tereddüt etmeden koydu.

Aydın Boysan meddah tanımının oldukça uzağındadır; ancak nüktedan kelimesinin de neredeyse tam karşılığıdır. Şu sıralar seksenli yaşların ortalarında seyretmektedir. Yetmiş yaşında birisi ile sohbet ederken ona "Gençliğinizin kıymetini bilin" demiştir ki beni benden almıştır. Kısaca onun sohbetlerinde çocukluğumda babamın gazeteden tefrika halinde okutturup dinlediği Bal Mahmut tadını yakalarım. Sırf bu yüzden evin bir elemanı gibidir Aydın Boysan, sanki bir gün çıkıp bizim eve gelse ne o ne de bizler yabancılık çekmeyiz.

Kaldı ki, bu adamın asıl alamet-i farikası rakı bardağı filan değildir, bilgidir.

İslam Çupi gibi, Bal Mahmut gibi, Aydın Boysan gibi adamlar azalıyor mu yoksa biz mi artık çok seçici olmaya başladık?

Nevzat Tekin