30 Aralık 2009 Çarşamba

30.Aralık.2009 - Çarşamba

Mutluluğunuza Katık Olsun

*** Gecenin bağrına nazik bir dokunuştur ay ışığı; incitmeyen, tamamlayan bir aykırılık. Aykırılıktır, çünkü göğün kapkara bağrında beyaz bir leke gibidir ay ışığı; öyle ki gecenin siyahını var eden, anlamını genişleten küçücük bir lekedir ay ışığı. Sırf bu yüzden sana aykırı gelenler, üstünde şık durmadığını düşündüğün şeyler belki de seni, kimliğini ve benliğini öne çıkaran şeylerdir. Gel kızma, öfkelenme onlara; hatta sev, koru ve büyüt. Karanlığın sakladıklarının tümü kötü değildir, iyileri de saklar karanlıklar... Gün ışığı kadar karanlıklar da önemlidir.

*** Değişebilirliğinin önünü kapatmadığı sürece seviyorum duruş kelimesini. Geçmişinden süzebildiğin ve biriktirebildiklerinle kuruyorsun onu. Tüm yaşam alanını ve zamanını kapsayan, kaplayan bir duruş değil bahsettiğim; ne bu kadar sabit olmalı ne de günden güne boyut ve şekil değiştirmeli duruş. Belki de burada aradığım kelime dengedir; siz ne dersiniz? Yaşama karşı birlikte tavır alışın görüntüsündeki ikili duruşun sırt sırta olması kadar gereğinde bir diğerini sırtlanmak da önemli...

*** Mutluluğun çolak bir duygu olmadığını bilmek kadar dokunmanın sihri ile ruha ufacık bir titreyişi armağan etmek de önemli...

*** İster yaşamın anlamına isterse küçücük bir çiçeğe ortaklaşa bir emek ile yeni anlamlar yüklemek kadar iki kişi dışında bütün dünyanın bir araya gelse anlayamayacağı küçük ortak şifreler üretmek de önemli...

*** Aniden karşına çıkan kaya diplerinde açan papatyalar ya da dağ laleri gibi şaşırtan gülücükleri seviyorum ben. İşte bu gülücükleri sevdiceğinin yüzüne nakşetmek kadar bunun kendine özgü yönteminin bir kaşif sabrıyla aranması da önemli...

*** Mutluluğu üretmenin en anlaşılmaz yolunun ise mutluluk dışı öğeleri anlayıp kavramak olduğu kadar hüznü birlikte yaşamanın da mutluluk nedeni olabileceğini bilmek de önemli...

Gündüzden çaldığım an'ları geceye saklamıştım! Bu kadar sözcük birikmiş günün dağarcığında; umarım mutluluğunuza katık olur yazdıklarım.

Ha, unutmadan illâ ki iyi bir yıl olsun bu yıl...

Umarım, bu yıl ve bu sefer gerçekten yeni olur.

Nevzat TEKİN

29 Aralık 2009 Salı

Biraz Kül Biraz Duman

Dinleme Günlüğü 3 / 29.Aralık.2009 - Salı

Biraz Kül Biraz Duman

Hayatı boyunca yedi kere intihara kalkıştığı söylenir Ümit Yaşar Oğuzcan'ın, yedisinde de başarısız olmuştur ya, o ayrı mesele! Oğlu Vedat ise bir kağıda "O öyle olmaz baba, böyle olur" diye yazıp henüz daha onyedi yaşında iken Galata Kulesinden kendini boşluğa bırakır. Şair acısını Galata Kulesi şiirine nakşeder nakşetmesine ama ete batan bir kıymık gibi hep orada kalacaktır bazen yoğun acısı bazen ince sızısı. Ayrıca Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın şiirini de oğlu Vedat için yazdığını söylerler şairin.

Bu hikayede beni vuran şey intihar değildir, babanın oğluna reva gördüğü, oğlun ise babasına yaptığıdır. O yüzden hep biraz mesafeli kalmışımdır Ümit Yaşar Oğuzcan'a ve şiirlerine. Zavallı yüreğim ile düşünmeye çalıştığım dönemlerime denk gelmiş olsa gerek bazen sevmediğimi bile söylerim onu. Oysa sıkı şairdir; öyle iyi şiirleri vardır ki, tek atışla insanı alnında vurur ya da bir şiirle kurşuna dizer insanı.

Ümit Yaşar Oğuzcan'ın şiiri Biraz Kül Biraz Duman, dört dizelik bir şiir, dört dize olmasına dört dize ancak anlattıklarıyla sanki bir romanın, bir hayatın kısa özeti. Öyle güzel bir müzik yapmış ki Avni Anıl şarkının söylendiği ortamda kalamıyorsunuz, alıp götürüyor sizi.

Biraz kül, biraz duman, o benim işte
Kerem misali yanan, o benim işte
İnanma gözlerine ben ben değilim
Beni sevdiğin zaman, o benim işte

Şarkı değil mübarek, zannedersin göğsüne kısacık sürede sayısız defa inip duran ucu sivri bir hançer ya da şarkı bir rüzgar sen ise zavallı kurumuş bir sonbahar yaprağı, nereye savurursa savursun seni, beğenmiyorsun yeni gittiğin yeri.

Ne zaman dinlesem hep yapmadığım, tamamlayamadığım bir şeyler varmış gibi geliyor bana; yani hep bir şeylerin eksikliğini kafama kakmıştır bu şarkı.

Lafı sakızlatmayayım.

Velhasıl; sessizliğin ortasında dinleyin de görün gününüzü.

Nevzat TEKİN

23 Aralık 2009 Çarşamba

İnandılar, Dövüştüler, Öldüler. Bıraktıkları Emanetin Bekçisiyiz



Kırkambar Güncesi 7 / 23.Aralık.2009 - Çarşamba

İnandılar, Dövüştüler, Öldüler. Bıraktıkları Emanetin Bekçisiyiz

Ne demişti karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacak olan mavi gözlü devimiz? "Türkiye Cumhuriye'nin temeli kültürdür".

Gerçekten de zor olmuştur yeni cumhuriyetin kendi kültürünü yaratması. Kendi ideolojisini, edebiyatını, sanatını, sinemasını, dilini ve daha bir dolu kültürel öge ile ilgili eserler vermek, literatür yaratmak hayli zor olmuştur.

Bir taraftan vatan toprağı üzerinde gözü olan ve hala bu isteklerinden bir milim geri adım atmayan emperyalist köpekler, diğer tarafta bunların tetikçiliğini yapan işbirlikçiler.

Bitti mi peki? Bu kadar mı genç Türkiye Cumhuriyetinin uğraşmak, savaşmak zorunda olduğu insanlar ve düşünceler.

Elbette bu kadar değil!

Bir tarafta idareyi göğün bilinmezliğinden alıp aklın hikmetine bırakan biçimi bir türlü anlamayan yobaz kafalar, diğer taraftan paraya ve güce tapan fakir ve zayıf insanlar. Sadece mavi gözlü dev mi uğraşmış onlarla, bizler de hala uğraşıyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti kültürünün yapı taşlarından birisidir Menemen olayı, cumhuriyet iddiasının niçin ve nasıl ortaya atıldığını, hangi bedellerin ödendiğini, bütün rağmenlere rağmen sıkı sıkıya nasıl örüldüğünü, örülebilidiğini anlatır ilk baştan.

Kendini mehdi ilan eden Giritli Mehmet'in (Derviş Mehmet) İzmir'in Menemen ilçesine 23.Aralık.1930 tarihinde altı arkadaşı ile birlikte ayaklanma çıkarıp önce yedeksubay asteğmen Kubilay'ı şehit etmişler sonra da Hasan ve Şevki adındaki iki mahalle bekçisini öldürmüşlerdir. Ölüm şekli ise bir başka trajedidir. Kubilay'ın bedeninden ayrılan kafası bir sopanın ucuna geçirilmiş ve mahalle mahalle dolaştırılmıştır. Menemen olayı hiç kuşku yok ki cumhuriyet kültürümüzün en önemli yol ayraçlarından bir tanesidir.

Her ne kadar isimlerini yazarak gereksiz reklam yapmalarını istemediğim bir takım medya tarafından bu ayaklanmayı gerçekleştirmek isteyenlere esrarkeş damgası vurularak olayı bir takım kaçıkların yaptığını ve öneminden daha da fazlaya ciddiye alındığını yazmalarına rağmen Şeyh Sait ayaklanmasından sonraki ilk ciddi ayaklanma olduğunu tarihçiler yazıyor.

Olay hakkında kısacık bir araştırma yapan herkesin ulaşabileceği yerlerdedir söz konusu olayın belgeleri; ancak gönül görmek istemeyince bulunmayacak kadar da uzaktadırlar.

Menemen olayının kendisinden çok Atatürk'ün verdiği tepki önemlidir. İlk ağızda çok öfkelenmiştir ve mehdi bozuntusuna az sayıda da olsa yerli halktan katılımın olduğunu öğrenen Mustafa Kemal "Menemen'i haritan silin" diye emir vermiştir. Olayın hemen arkasından ayaklanma bastırılmış ve ilgisi olan herkes tutuklanmıştır, kurulan mahkeme sonucunda 28 kişi Kubilay'ın şehit edildiği meydanda asılarak idam edilmiştir.

Bugün aynı meydanda görkemli bir anıt vardır ve kaidesinde " İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz” diye yazar.

Başka söz söylemeye gerek var mı?

Nevzat Tekin

21 Aralık 2009 Pazartesi

21.Aralık.2009 - Pazartesi

En Uzun Gece

Eğer güneyyarımküre değilse mekanınız en uzun geceyi yaşayacaksınız bu gece. En uzun gece. Söylemesi bile ağıza dolu dolu bir tat bırakıyor. Belki sizin için en uzun gece bir sevdiğinizi kaybettiğiniz gecedir ya da bitmek bilmeyen bir kabusun içinde kilitli kaldığınız gecedir en uzunu; ancak iş coğrafya bilgisine kalırsa ve kuzeyyarımkürede yaşıyorsanız sizin için en uzun gece bu gece. Gerçekten 21 Aralık değil de sıkıntıların ve ayrılıkların en acısını yaşadığınız gece olabilir en uzun geceniz; ancak böylesi bir durum söz konusu değilse dokunuşların, sevgilerin ve sevişmelerin de en uzun gecesi olabilir pekala.

"Sevdamın o büyüdüğü en uzun gecede bir yerdeyim / ben uzandığım isteğe çok uzak o yerde kendimleyim / o duaların bittiği hasretin delice haykırdığı / ve karanlığın indiği bir yasak gönülle beraberim " diye başlayan nedense aşkından bir türlü vazgeçemediğim bir Sezen Aksu şarkısına isim olmuş en uzun gece ya da neyin tarafı olduğunu bir türlü anlayamadığım Ahmet Altan'ın kitabının ismi.

Bir ritüeli olmalı bunun diye düşünüyor insan ister istemez, en uzun gece ritüeli. Ben olsam neyi seçerdim? Uyurdum gibime geliyor, bugünlerde öylesine az uyuyorum ki!



Seri Sonu ve Sene Sonu Post-iti

* En uzun gece temalı yazı düşünülecek, yazılmasa da olacak.
* Orhan Veli'nin Yolculuk şiiri yüksek sesle okunacak,
* Ahmet Hakan Coşkun'un sene sonu postiti bir daha okunmayacak.
* Buket Uzuner'in postiti merak edilecek, post-it kullanmıyorsa neden kullanmadığı araştırılacak, mümkünse ulaşılabilecek bir kanaldan yazması rica edilecek (internet sitesi olabilir)
* Cenk ve Erdemli bir banka reklamı dolanıyor televizyonlarda son günlerde, bu vesile ile Cenk ve Erdem'in bir yaralı parmağa ürik asit transferi yapıp yapmadıkları merak edilecek.
* Eften ve püften şeylere gereğinden fazla zaman ayırıp ayırmadığım kontrol edilecek.
* Kontrol kalemi alınacak.
* Haziran bulutlarından yorgan yapılabilinir mi, araştırılacak.
* Dağıtımı Trakya yerelinde yapılacak kaliteli dergi Cadrage'nin yakın çevrede tanıtımı yapılacak.

Nevzat Tekin

18 Aralık 2009 Cuma

18.Aralık.2009 - Cuma

İki Çarpı İki

İki saat on dakika boyunca oradan oraya koşuşturan gözlerinize sunduğunuz bir tiyatro ziyafetidir. Gözleriniz koşuşturuyor diyorum çünkü; iki ayrı kişilik arasında o kadar rahat geçişler yapıyor ki oyuncular, bunu izlemek adına gözlerinizle koşuşturmak zorunda kalıyorsunuz. Ziyafet diyorum çünkü; gerek Seray Gözler YENİAY'ın gerekse Adnan BİRİCİK'in kaliteli oyunculuklarıyla ortaya çıkardıkları şeyin adı bu.

Oyunun yazarı olan Behiç AK'ın hakkını yememek gerek; ancak oyun konu olarak aslında bilindik bir konu : kadın-erkek ilişkisi üzerine bir öykünme; yani tarihin en eski konularından biri işte. Evliliklerde bile birbirine üstünlük kurma gayreti içerisinde olan biz zavallılara tuttukları ayna bu oyun.

Oyun boyunca sahnede iki ayrı çift olmak üzere dört karakter var. Birinci çift baskın kadın pasif erkek ikilisi iken ikinci çift baskın erkek pasif kadından oluşuyor. İşi bu noktada ilginçleştiren sahne dışına çıkmadan bu dört ayrı karakteri iki kişinin canlandırması, geçişler öylesine seri bir halde yapılıyor ki böylesi bir rol gerçekten yetenek isteyen bir oyunculuk örneği oluşturuyor.

Sadece bir omuz hareketiyle, bacak bacak üstüne atmakla, kaş kaldırmakla ve ses tonunu değiştirmekle yapılsa işi kolay diyeceğim; ancak öylesine oynuyor ki iki oyuncu da bedenlerinin ve ruhlarının tamamını sahne üzerine hapsetmişler sanki.

Diyaloglar içinde Behiç AK öylesi bir giydirmiş ki reklamcılara, reklam yazarlarına, sormayın gitsin. Bir reklamcı seyretse oyunu savunma amaçlı olarak kesin oyunun bir yerlerine bin tane kulp takmaya çalışır.

Sadece küçücük bir süre için "mesaj kaygılı mı lan bu oyun yoksa?" demek üzereyken yakaladım kendimi, kısa bir andı, hemen geldi geçti.

İki gece önce seyrettim oyunu, aradan biraz zaman geçmesini bekliyorum ve o iki oyuncuyu tekrar seyretmek istiyor bu fakir gönlüm. Gerçekten güzel oynamışlar.

Hemen seyretmek isteyenler için istanbul devlet tiyatrosu taksim küçük sahnedeler bir on-onbeş gün kadar. Taksim Küçük Sahne'nin de Galatasaray Lisesinin yakınındaki Atlas Pasajı'nda olduğunu eklemek gerek.

Bilet fiyatı: Tam 6 TL, indirimli olarak da 4 TL.

Bırakalım artık şu televizyon dizilerini; sırf bu yüzden: seyrediniz seyrettiriniz.

Nevzat TEKİN
http://nevtek.blogspot.com/

17 Aralık 2009 Perşembe

Fesleğen Kokulu Ablam

Kırkambar Güncesi 5 / 17.Aralık.2009 - Perşembe

Fesleğen kokulu ablam,

Öncelikle doğum günün kutlu olsun.

Kardeşin olma onurunu yaşadığım sürece sen benim doğum günlerimi hiç unutmadın, son doğum günümde aldığın kitaptaki "Nevzat'cığım" diye başlayan notunla bir türlü kabullenemediğim yokluğunda bile o kadar mutlu ediyorsun ki beni, anlatamam.

O kadar tezat bir durum ki bu, belki de tezat değil; ancak bana aldığın son kitabın adı "Diriliş"... Nedense aramızdaki son köprüymüş gibi hissediyorum bu kitabı ve bir türlü başlayamıyorum, bitecek diye...

Nefesim nefesine vurmayalı 5 ay 19 gün oldu, yani her biri bir diğerinden daha ağır ve özlem dolu geçen 169 gün.

Çok önemli, hayati sayılabilecek olayları bile sıradan bir dokunuşunla değiştirdiğin zamanları özlüyorum en çok.

Kardeşin olarak hayatına girdiğimde avuç içi kadar, minicik bir şeydim. gittin, gene küçüldüm, azaldım, eksildim, minicik kaldım.

Yokluğunla baş edemiyorum. biliyorsun, böyle çaresiz kaldığımda, hayat sıkıştırdığında ilk sana başvururdum; oysa şimdi...

Ne çok anı biriktirmişiz seninle ne de çok türkü söylemişiz.

"nesine yar nesine / ölürüm yar sesine / bi daha vursa idi / nefesin nefesime"...

Ellerinden öpüyorum.

Canımsın...

Paşan.

15 Aralık 2009 Salı

15.Aralık.2009 - Salı

Yol Geçen Meyhanesi
-----------
"Gece içkisidir rakı,
--------------gündüz içilirse
------------------------haram olur!"
---------------------------------derdi
---------------------------------rahmetli eniştem!

Güneşin rakı burcuna hızla girdiği
---------------------------ayları yakaladık!
Malum, erken efkârlanıyor geceler!

Biz de bu hüzün varken,
gırtlak mezesi ile de gider bu meret!

Şu iğnesi kalmayan zamanlara takın
------------------------kırılgan taş plakları...
Sunsun muhabbeti biri,
------------------------biriniz demlesin onu,
birisi buğusunu almadan
--------------------bardakları dizsin masaya,
başka biri bulutlandırsın
-------------rakı bardaklarını...

Ben mi?
Ben şiir okuyacağım size!
Şiir okuyup
-----gecenin yıldızlarını dolduracağım
-----------------------------yoksul ceplerinize!

Hadi gidin artık,
herkes hüzünlerine çekilsin,
hüznü olmayan sıçan deliğine...

Nevzat TEKİN

Hamiş: Bir iki gün gecikmeli de olsa, dünya rakı gününüz kutlu olsun.

14 Aralık 2009 Pazartesi

14.Aralık.2009 - Pazartesi

Tutam Yar Elinden Tutam

İnsanın içindeki yalnızlık duygusunu çimdikleyen bir türkü bu, sözleri de çok güzel ama ezgisi bir başka güzel.

Hiç gitmediğim ama kışın kaldırımlarında damlarından sarkan buzlardan korunarak yürümenin gerekli olduğunu duyduğum Erzurum'un yakan soğuğunu hissettiren bir türkü bu...

Başlar başlamaz nedenini açıklayamadığınız bir dinginlik hisseder ve ezgisine vurulursunuz... Akıcılığı bir tarafa öyle bir tınısı vardır ki türkünün alıp götürür bilmediğiniz ama orada olmaktan dolayı da mutlu olduğunuz yerlere. Nereli olduğunuz hiç önemli değildir hani; sanki bir italyan dinlese aynı etkiyi bırakacaktır!

Kavuşamamayı anlatır. Kavuşma isteğinin insanın içini kavuran sıcaklığını saklar.

Hadi, bulun bir yerlerden de dinleyin; içinizdeki sevgiye, sevgiliye sarılın...

Nevzat TEKİN

14.Aralık.2009 - Pazartesi

Sen Kuşların Göçtüğü Yersin

Hafızamın şerrine uğrayanlar varsa beni bağışlasın; ancak bu yaşıma değin aldığım iki iltifatı unutmam mümkün değil.

Birincisi Ahmet abiden, hani şu avukat olan, uzun yıllar önce bir gün iş yerinin biraz ötesinde karşılaştık, beni farkedince gözleri ışıldıyarak "Seni gördüm de kitabımı unuttuğum aklıma geldi" dedi ve iş yerine geri döndü. Aklına kitap düşüncesinin beni gördüğünde düşmesini ifade etmesi ne kadar incelikliydi. Kitaplarla seni özdeşleştirdim demenin ne güzel bir yöntemiydi bu. Ah benim Ahmet abim, güzel abim.

İkincisini ise yaşam sınavından alınmış bir onur nişanesi gibi aklımda tutuyorum; "Sen kuşların göçtüğü yersin" demişti sevgili. Sıcacık bir iltifattı, imge zenginliği idi, içmeden körkütük sarhoş edebilecek bir sözdü.

Gerçekten de okyanus geçmek zorunda olan kuş sürüleri gibiydik yola çıkarken, herkes gibi hayatlarımızı ısıtacak iklimler arıyorduk.

"Marifet iltifata tabidir, iltifatsız marifet zayidir" diyen ataların ellerinden öpmek gerekir.

Hepimizin ihtiyacı var iltifata, tay tay durmaya çalışan on aylık bebeğin de ihtiyacı var, yapabildiklerini artık kontrolsüz yapabilen yaşlıların da. Cebimizden para çıkar gibi cimri olmamıza gerek yok bu konuda. Hak edene hakkı verilmeli kuşkusuz, iltifatı esirgemeyin sevdiklerinizden, bakın yıllar sonra bile unutulmuyor.

Nevzat TEKİN

12 Aralık 2009 Cumartesi

12.Aralık.2009 - Cumartesi

Ezginin Günlüğü

Yalnız olmadığımı hissettiriyor bana bu adamlar.

Dün gece Beyoğlu Tav Barda onları dinleyemeye gittim. Ölümünden sonra bile babamı daha çok sevmemi sağlayan ' Yaralı Kuş ' şarkısını söylememelerine rağmen keyifli bir geceydi. Anlamadığım bir şey var dün geceyle ilgili, böylesine özensiz hazırlanmış ve hiç bir özelliği olmayan bir mekanda niye şarkı söyler ki bu güzel insanlar? Elbet bir bildikleri vardır.

Akdenizliliğin o fıkır fıkır halini de, hüzün dolu duruşu da yaşamak mümkün bu adamların müziğinde. En azından ben öyle hissediyorum.

Başta iki günlük sakalı, kot pantolonunun arka cebindeki kocaman cüzdan şişkinliği, tuhaf çene yapısı, küçücük göbeği ile Hüsnü Arkan olmak üzere, bir dişinin sahip olabileceği en güzel seslerden birisine sahip olan, yaşını asla göstermeyen, incecik belli Eylem Atmaca, bir kucak sakalı ve rakı bardağı ile Nadir Göktürk iki-iki buçuk saat kadar sahnede kaldılar.

İyi bir gün olsun yarın.

Nevzat TEKİN

12.Aralık.2009 - Cumartesi

Hata Yapmanın Lüks Olması

Geçkince bir teni başkalarının dokunuşlarından saklayan bir dudaktan duydum bu kelimeleri dün akşam: "Benim hata yapmaya lüksüm yoktu!"

Dile pelesenk olmuş bir hali var bu kelimelerin, üstelik ' dik duruş sergiliyorum ' sanısını da yanında getiriyor.

Nedense hatunun uzun yıllardan bu yana adrenalin sarfiyatı yapmadığını düşündüm. Hata yapmayacağım, hata yapmamalıyım düşüncesi tanımlanamayan bütün insanlardan, olaylardan ve yerlerden uzak tutar insanı. Heyecan hep başka bahara kalır.

Hata yapmamaya çalışmak belki de hiç bir şey yapmamayı tercih etmektir. Böylesine bir tercih, hatalarını ve zaaflarını tanımak, onlarla kavga etmeden aynı bünyede yaşayabilmek ve belki de kendinle barışık olmak şanslarını da elinin tersiyle itmektir.

Peki nedir bu? Hata yapmaya lüksünün olmadığını ifade etmek de neyin nesidir? Yapamadıklarının, yaşayamadıklarının üstüne inceden ve saygılı bir örtü örtme ihtiyacı mıdır?

Öyle geliyor ki; kasap buzdolabındaki etler gibi kaskatı eder insanı bu sözler!

Yanlışa düşmek, hata yapmak, zaafına yenilmek çok da ürkülecek şeyler değildir aslında. Önemli olan istenmeyen şeyleri yaşadığından veya yaşattığından sonra yaptıklarındır.

Nevzat TEKİN

Başka Semtin Çocukları - 2008

Yönetmen Aydın Bulut'un Gazi Mahallesine bir sevdanın penceresinden bakışı. Sevdanın fonunda çokça yoksulluk, hayli yırtma isteği, bol miktarda tekstil işçileri, eksik edilmemiş türkü barlar, bir çimdik politika, üç dört tane cinayet, yerli yerinde güneydoğu'da askerlik yapanları geri dönüşlerinde bekleyen psikoz var. Daha birçok şey var kuşkusuz. Bir başyapıt değilse bile filme kötü demek için insafsız olmak gerekir.

Filmin konusundan, çekim tekniğinden, oyunculuk kalitesinden, yönetmeninden önce bahsedilmesi gereken yönleri var bence.

"Anlaşılmıyoruz, anlaşılmayacağız" diyerek bir avuç insanı ilgilendiren konularda entel mastürbasyonu yapanlara inat, çok bizden bir film olmuş.

Göt, göbek, meme göstereceğiz diye orasını burasını yırtan manken hanımlarımıza inat, 550 milyona esir hayatı yaşayan çoğunluğun da gözüktüğü bir film olmuş.

"Apış arası kokuyor lan burası!" diyerek buradan şaka çıkarmak için dalağını feda edenlere inat, türkü barda bile küçük bir çapkınlık için fırsat kollayanların da görüldüğü bir film olmuş.

İktidar ve siyaset yalakası olmanın yaftasını boynunda taşımak için film yapanlara inat, günlük yaşamın, sıradanlığın ve sokakta her daim karşılaşabileceğiniz insanların filmi olmuş.

Askerlerinin vietnam sendromu ve ırak işgali üzerine film yapmanın cıcığını çıkarmış holivut sinemasına övgüler düzerken, yaklaşık otuz yıldır güneydoğuda insanlıktan çıkmak pahasına görev yapanları unutmayı görev edinmişlere inat, psikopata bağlayan asker eskilerinin de görüldüğü bir film olmuş.

Gene de vaktiniz varsa ve bu vakti vurdulu kırdılı bir holivut filmi için harcayacaksınız, onun yerine bu filmi izleyin, daha kazançlı çıkarsınız.

Nevzat TEKİN

Vefa Borç mudur Yoksa Alacak mıdır?

Uzun zamandır aynalı sözler kuyusundan bir damla bile içmişliğim yok; ancak semt olmayan ' vefa ' ile ilgili bir iki aynalı söze ihtiyacım var diye hissediyorum; neden böyle hissediyorum o da ayrı bir günün konusu.

Vefa duygusu kanırtıyor beynimi; hani şu sadakatın başrolde olduğu vefa duygusu. Yan rollerde kimler var peki? Vefa duygusunun yan rollerinde o kadar çok duygu var ki, ' hatır bilmek'ten tut da ' sevgiyle birbirine bağlı olma 'ya kadar birçok duyguyu sıralayabilirsin.

Güven ile ne alıp veremediği vardır vefanın; yani güven duygusu ile vefa duygusunun ilişkisi nedir, hangisi önce örselenir, birisi yok olunca diğeri de yok olmuş sayılır mı? Apalak bir insanın kucağını dolduracak kadar çok soru sıralayabilirim bu konuda; ancak en önemlisi şu galiba, vefa insan için bir borç mudur yoksa alacak mıdır?

Biraz daha kaşımak gerek bu yaranın kabuğunu!

Vefayı alacak hanenizde hissettiğiniz anda bence değerinden yitirir ya da başka bir şeye dönüşür. Siz yeteri kadar verdiğinizi var saydığınız halde ihtiyacı kadar almadığını düşünüyordur vefa beklediğiniz insan. Öylesine, kendiliğinden, istek beklemeden sunulması gerekir ki kimse bunu geri çevirmez, çeviremez. O halde vefa talep edilen bir şey değildir, aksine sunulan bir hediyedir. Yeri ve gediği gelmişken söyleyeyim; insanların birbirlerine bir duyguyu hediye etmesi ne güzeldir.

Nevzat TEKİN


Karikatür : Gürbüz Doğan Ekşioğlu