Sessizlik... Evet, evet sessizlik en başı çekiyor ben de. öyle böyle bir sessizlik değil hem de, çöl sessizliği isteği bu. Girip içinde kaybolacağın ve sevgilinin koynundan başka kaybolmaktan dolayı telaşlanmayacağın tek yer gibi sessizlik.
Günün velvelesi içinde yitip giden bedenim ve ruhum sükunet ihtiyacını mesai saati bitimine doğru sessiz çığlıklar halinde belli ediyor.
Akşamüstü şekerlemeleri de cabası. tam da akşamüstü saat 18:00 civarları en az yirmi dakika en fazla bir saat arasındaki bir süreyi uykunun kollarında geçirmek istiyorum.
Daha bir çok şey var elbet, ikinci paragraftan da anlaşılacağı üzere arapça ve farsça kökenli kelimeler saklandıkları yerden çıkıveriyorlar bana sormadan.
Son bir iki haftada cümle içinde öylesine kelimeler kullandım ki, gözlerim yerinden pörtledi desem yeridir. zül addetmek, akamete uğramak, nadim olmak bu kelimelerden sadece üçü. trt nin arapça televizyonunda prodüktörlük yapabilirim pekala.
Şaka bir tarafa göbeğimi sevmeye başladım, baktım kurtulamıyorum, seveyim bari dedim ben de. Şu anda zigon sehpanın küçük boyu ile ortanca boyu arasında gidip geliyor göbeğim; fis kos masası büyüklüğüne gelinceye kadar dokunmamaya karar verdim göbeğime, bu yüzden artık seviyorum onu.
Kadınlar bir de. Dostlukları ve sevgileri bedenlerinden daha önemli hale geliyor yaşlandıkça. Elbette bu bedenlerini sevmediğim anlamına gelmiyor; asıl cinsel organın insanın ruhu olduğunun farkına varıyorsun galiba ya da o noktaya getiriyor seni bu sevgili östrojenler. yani yaş geçtikçe ehil bir testosteronun oluyor.
Son olarak; illa ki aile. Aile çok öne geçiyor ya da daha çok seviyorsun. Anlamaya çalıştıkça seviyorsun, sevdikçe anlıyorsun; öylesine güzel bir sarmal duygu bu.
Ben kendimi oyalarım, siz kaçın benden, kurtulun...
Nevzat TEKİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder